Karar Vermek ve Seçilmemiş Olasılıklar: Varoluşçu Bir Bakış

"Bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben –
Ben gittim daha az geçilmişinden,
Ve bütün farkı yaratan bu oldu işte."

— Robert Frost, Gidilmeyen Yol

Robert Frost’un Gidilmeyen Yol şiiri, sıklıkla bireyselliği ve cesur seçimleri yücelten bir metin olarak yorumlanmıştır. Ancak, şiirin anlamı üzerine yapılan akademik tartışmalar, bu yaygın algının aslında bir yanlış okuma olabileceğini öne sürer. New York Times şiir eleştirmeni David Orr (2016), bu şiirin bireyin kendini var etmesi ve harekete geçmenin önemi hakkında sanıldığı kadar net bir mesaj vermediğini, aksine, karar verme sürecinin belirsizliğini ve seçilmeyen olasılıkların anlamını sorguladığını ifade eder.

Varoluşçuluk perspektifinden bakıldığında, Frost’un dizeleri, sadece yapılan seçimleri değil, aynı zamanda seçilmeyen yolların insan psikolojisindeki etkisini de düşündürmektedir. Peki, neden geçmişte seçmediğimiz alternatifleri idealize eder ya da değersizleştirir? Kararlarımızın kaçınılmazlığı karşısında, pişmanlık veya rahatlama gibi duygular nasıl şekillenir? Bu yazıda, karar verme sürecini psikolojik ve varoluşsal bir çerçevede ele alarak, seçilmeyen yolların gerçekten ne kadar "var" olduğunu inceledim.

Yanlış Yorumlamalar ve Seçimin Yüceltilmesi

Günümüzde seçim yapma gücü, bireyin özgürlüğünün ve özerkliğinin bir göstergesi olarak görülmektedir. Özellikle Batı toplumlarında bireysel tercihler, kişinin kimliğini ve kaderini belirleyen en önemli unsurlardan biri olarak sunulur. Ancak bu durum, yanlış yorumlamalarla bireyin üzerine aşırı bir yük bindirmektedir. Seçimlerimizin hayatımızın yönünü belirlediği doğrudur, ancak bu seçimlerin alternatiflerinin ne olacağını asla tam olarak bilemeyiz.

Varoluşçu filozoflar, özellikle Jean-Paul Sartre ve Martin Heidegger, insanın özgürlüğünün aynı zamanda büyük bir sorumluluk getirdiğini vurgularlar (Jean Wahl, 1943). Sartre’a göre insan, seçimlerinden kaçamaz ve her seçim, aynı zamanda seçilmeyen alternatiflerin de yok oluşunu beraberinde getirir. Bu yok oluş, varoluşsal açıdan ele alındığında, zaten başından beri var olmayan bir şeyi temsil eder.

Seçilmeyen ve Savunma Mekanizmaları

Karar verme süreci, çoğunlukla bilinçli bir eylem olarak ele alınsa da, bireyin farkında olmadan bu süreci yönlendiren çeşitli bilinçdışı faktörler bulunmaktadır. Sigmund Freud’un savunma mekanizmaları kuramı, bireylerin stres ve kaygı yaratan durumlarla başa çıkabilmek için bilinçdışı düzeyde çeşitli psikolojik stratejiler geliştirdiğini öne sürmektedir (Freud, 1926). Benzer şekilde, karar alma sürecinde de bireyler, belirsizlik ve olası pişmanlık duygularını minimize etmek amacıyla çeşitli bilişsel ve duygusal savunma mekanizmalarını devreye sokmaktadır.

Bunu göz önüne alırsak, kişinin özellikle seçmedikleri alternatifleri rasyonalize etme ya da idealize etme eğiliminde oldukları görülmektedir. Karar sonrası ortaya çıkan bu eğilim, kişilerin seçmedikleri seçenekleri bilinçdışı düzeyde olumsuzlayarak kendi kararlarını meşrulaştırmalarına olanak tanımaktadır. Örneğin, "İyi ki o yolu seçmedim, benim için çok kötü olurdu." şeklindeki düşünce, bireyin aldığı kararı haklı çıkarma çabasının bir yansımasıdır. Oysa gerçekte, seçmediğimiz alternatifin nasıl sonuçlanacağını kesin olarak bilmesi mümkün değildir. Bu durum, bilişsel uyumsuzluk kuramı (Festinger, 1957) ile de açıklanabilir; bireyler, kararlarını içsel olarak tutarlı hale getirmek için alternatif seçenekleri küçümseyebilir veya kendi seçimlerini idealize edebilirler. Dolayısıyla, karar verme sürecinde yalnızca rasyonel değerlendirmeler değil, aynı zamanda bilinçdışı psikolojik dinamikler de belirleyici bir rol oynamaktadır.

Seçilmeyen “Şey”in Zaten Hiç Olmayışı

Varoluşçuluk, insanın yalnızca yaptığı seçimlerle var olduğunu öne sürer. Sartre’ın Varlık ve Hiçlik adlı eserinde belirttiği gibi, insan, kendini eylemleriyle tanımlar ve “seçmediği şey” aslında hiçbir zaman var olmamıştır (Sartre, 1943). Buna göre, bir kişi geçmişte farklı bir karar verseydi nasıl bir hayat yaşayacağını merak etse bile, bu senaryo hiçbir zaman gerçek olmamıştır. Dolayısıyla, bireyin zihninde idealize ettiği diğer olasılıklar, sadece bir yanılsamadan ibarettir.

Bu noktada Frost’un şiirine geri dönelim. “Ben gittim daha az geçilmişinden” ifadesi, aslında öznel bir algıyı temsil eder. Bir yolun daha az geçilmiş olup olmadığını bilebilmek mümkün değildir çünkü diğer yol hiç yürünmemiştir. İnsanlar geriye dönüp baktıklarında, yollarına bir anlam yüklerler ve seçtikleri yolun özel olduğunu düşünme eğiliminde olurlar. Ancak, varoluşçu perspektiften bakıldığında, hangi yol seçilmiş olursa olsun, o yol zaten olması gereken tek yoldur.

“Ya Öyle Yapsaydım?” Düşüncesi:

Seçim yaparken veya geçmiş seçimlerimizi değerlendirirken zihnimiz genellikle alternatifleri idealize eder. Olası diğer senaryolar, zihnimizde genellikle daha az sorunlu, daha belirgin ve kusursuz görünür. Ancak bu algı, var olmayan bir gerçeğe anlam yüklemekten ibarettir.

Psikolojik araştırmalar, insanların pişmanlık duygusunu daha çok “eylemsizlik” üzerine inşa ettiğini göstermektedir (Gilovich & Medvec, 1995). Yani, genellikle yaptığımız hatalardan çok, yapmadığımız şeyler üzerine daha fazla düşünürüz. Bunun nedeni, zihnimizin yaşanmamış olasılıkları daha güzel bir şekilde tasvir etmesidir. Ancak, hangi karar alınmış olursa olsun, yalnızca o kararın sonucu gerçeklik kazanır.

Sonuç: Seçilmeyen Zaten Yoktur

Varoluşçuluk perspektifinden bakıldığında, geçmişte seçilmeyen kişi, yol ya da fırsat aslında hiçbir zaman var olmamıştır. İnsan zihni, olasılıkları düşünerek kendini tüketse de, gerçekte yaşanmamış olan bir şeyin eksikliği hissedilemez. Frost’un dizeleri bu açıdan incelendiğinde, “daha az geçilmiş yol” ifadesinin gerçekte var olup olmadığı bile sorgulanmalıdır. Seçim yapıldıktan sonra, geriye yalnızca o seçim kalır.

Bu bakış açısını benimsemek, bireyin kendine yüklenmesini azaltabilir. Sürekli olarak “ya öyle yapsaydım?” düşüncesiyle kendimizi hırpalamak, aslında olmayan bir gerçeklik için üzülmek anlamına gelir. Nihayetinde, seçimlerin önemi kadar, seçilmeyenlerin de gerçek olmadığını kabul etmek, bizim için büyük bir özgürleşme alanı yaratabilir.

Psikoterapinin Rolü

Psikoterapi, bireylerin karar verme sürecinde yaşadıkları kaygıları, pişmanlık duygularını ve belirsizlikleri daha sağlıklı bir şekilde ele almalarına yardımcı olur. Yalom (1980), terapinin bireyin kendi seçimlerinin sorumluluğunu almasını ve seçilmeyen olasılıkların gerçekte hiçbir zaman var olmadığını kabullenmesini desteklediğini belirtir.

Bu konu birçok farklı yaklaşımla çalışılınabilecek bir konu. Örneğin, Bilişsel davranışçı terapi (BDT) bireyin ruminatif düşüncelerini (takıntılı düşünceler) sorgulamasına yardımcı olarak, “Eğer farklı bir seçim yapsaydım, hayatım daha iyi olurdu” gibi işlevi olmayan düşünceleri yeniden yapılandırmayı hedefler (Beck, 1976). Terapötik süreçte, bireyin yaşanmamış senaryoları idealize etme eğilimiyle yüzleşmesi sağlanır ve bu düşüncelerin gerçeğe dayalı olmadığı fark ettirilir.

Kaynakça

Beck, A. T. (1976). Cognitive Therapy and the Emotional Disorders.

Freud, S. (1926). Inhibitions, Symptoms, and Anxiety.

Gilovich, T., & Medvec, V. H. (1995). The experience of regret: What, when, and why. Psychological Review, 102(2), 379-395.

Horney, K. (1950). Neurosis and Human Growth.

Sartre, J.-P. (1943). Being and Nothingness.

Wahl, J. (1999). Varoluşçuluğun tarihçesi (B. Onaran, Çev.). Say Yayınları. (Orijinal çalışma 1943'te yayımlandı.)

Yalom, I. D. (1980). Existential Psychotherapy.

Önceki
Önceki

Duygu Odaklı Terapi Nedir?

Sonraki
Sonraki

Ağrıyı Anlamak: Psikolojik Boyutların Rolü