Gerçek Kendilik: Kişinin Kendini Tanıması ve Bağımlılıklarını Çözümlemesi
Bireyin kimlik gelişimi, doğumdan itibaren çeşitli toplumsal, kültürel ve ailevi dinamikler tarafından şekillendirilir. Örneğin, sanatçı bir ailede doğan bir çocuğun sanatla ilgilenmesi, muhafazakâr bir ailede yetişen bir bireyin de muhafazakâr değerleri benimsemesi beklenir. Hatta, birçok insan bu beklentinin gerçekleşmesini arzu ve dikte eder. Toplum içinde kabul görmek, uyum sağlamak ve belirli bir kimlik çerçevesinde hareket etmek adına bu standartlara uyumlanırız. Bu dinamikler, bireyin hangi sınırlar içinde var olacağını belirlerken aynı zamanda onun bireyselleşme sürecini de etkiler. Aile yapısı, sosyal normlar ve toplumsal beklentiler, bireyin kendi otantik kimliğini oluşturmasını zorlaştırabilir. Bu bağlamda, bireyin kendi benliğini tanıması ve geliştirmesi, psikolojik sağlık açısından kritik bir rol oynar (Winnicott, 1960).
Ünlü düşünür Osho, toplumsal kimliklerin yapaylığına dair şu ifadeyi kullanır:
“Tüm kültür taklit üzerine kuruludur. Bütün toplum taklitçidir. İşte bu yüzden tüm toplum bir tiyatroya benzer, bir gerçeğe değil. Hindular buna ‘maya’ der – bir oyun, bir sahne, ama gerçek değil. Ebeveynler çocuklarına kendileri gibi olmalarını öğretir. Herkes, diğer herkesi kendi gibi olmaya zorlar – her yerde tam bir kaos vardır.”
Bu noktada kendimize şu soruyu sorabiliriz: Başkalarının beklentileri, öğretileri ve toplumsal normlar içinde sıkışmadan, ben gerçekten kimim?
Masterson’ın Gerçek Kendilik Kuramı
James F. Masterson, "gerçek kendilik" (true self) kavramını borderline ve narsisistik kişilik bozuklukları bağlamında ele almıştır. Masterson’a (1981) göre, gerçek kendilik, bireyin kendi duygularını ve arzularını doğrudan deneyimleyebilmesi ve ifade edebilmesi ile karakterizedir. Ancak, ebeveynlerin çocuğun bireyselleşmesini desteklememesi veya onun duygusal ihtiyaçlarını görmezden gelmesi, bireyin gerçek kendiliğini bastırmasına ve ebeveynlerin beklentilerine uygun sahte bir benlik (false self) oluşturmasına neden olabilir (Masterson, 1985).
Ayrılma-bireyleşme (separation-individuation) kuramına göre, birey öz kimliğini geliştirme sürecinde ebeveynleri tarafından desteklenmediğinde, duygusal reddedilme korkusuyla kendi özgün kimliğini oluşturmak yerine ebeveyn beklentilerine uyum sağlayan bir kişilik yapısı geliştirir (Mahler, Pine & Bergman, 1975). Bu durum, ilerleyen yaşlarda depresyon, kaygı bozuklukları ve kimlik karmaşasına yol açabilir.
Gerçek Kendiliğin Önündeki Engeller
Bağlanma travmaları, duygusal ihmal ve koşullu sevgi, bireyin kendi özgün duygularını ve ihtiyaçlarını bastırmasına neden olabilir (Bowlby, 1988). Ebeveynlerinden şartlı kabul gören bireyler, zamanla kendi duygularını ve gereksinimlerini görmezden gelerek dışsal beklentilere uyum sağlayan bir benlik geliştirirler (Winnicott, 1965). Bu durum, içsel boşluk hissine ve psikolojik sıkıntılara yol açabilir. Bu konuyu aile dinamikleri üzerinden ele alabiliriz. Örneğin, bir ailede, ebeveynlerin duygusal ihtiyaçları karşılamaması, büyük çocuğun küçük çocuğu kendi duygusal ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirmesine neden olabilir. Büyük çocuk, ailesi içinde kabul görmek ve değerli hissedebilmek için ebeveynlerin yerine geçer ve onların destek rolünü üstlenir. Bu durum, büyük çocuğun başkalarının beklentilerine göre şekillenen sahte bir benlik oluşturmasına yol açar. Gerçek kendilik, yalnızca büyük çocuğun değil, aynı zamanda küçük çocuğun da özgün benliğini bastırmasına sebep olabilir. Sonuç olarak, bu engeller, bireyin kimlik gelişimini ve duygusal sağlığını tehdit eder.
Bu tür engeller sadece aile içindeki dinamiklerle sınırlı değildir; kültürel ve toplumsal faktörler de benliğin şekillenmesinde önemli bir rol oynar. Sosyal uyum baskısı, bireyin kendi değerlerinden uzaklaşmasına sebep olabilir (Chodorow, 1978). Bazen bir müzik zevki bile bizi olmamız/olmamamız gereken kişi ile olduğumuz kişi arasındaki farkı düşünmeye yönlendirebilir. Örneğin, 2000’li yıllarda Türkiye’de arabesk müzik, melankolik, duygusal ve toplumun alt sınıflarıyla ilişkilendirilen bir müzik türüydü. Batılılaşma süreciyle birlikte, arabesk müzik genellikle "geri kalmışlık" ve "düşük kültür" ile özdeşleştirilirken, Batı müzikleri modern ve eğitimli bireylerle ilişkilendiriliyordu.
Bireylerin müzik tercihleri sadece estetik değil, toplumsal kabul ve kimlik inşasıyla da ilgilidir. Bir kişi arabesk müzik dinlememeyi tercih ediyorsa, bu sadece kişisel bir tercih olmayabilir, aynı zamanda arabesk dinleyenlere atfedilen kimliklerden uzaklaşma çabası olabilir. Bu durumda sorulması gereken soru şudur: "Arabesk müzik dinlemiyorum çünkü bana hitap etmiyor mu, yoksa bu müzik türüyle ilişkilendirilen kimlikten kaçınmak için mi uzak duruyorum?"
Psikoterapinin Rolü
Psikoterapi, bireyin koşullu kabul ve toplumsal normlar çerçevesinde öğrendiği özdeşleşmeleri fark etmesine ve kendi otantik kimliğini keşfetmesine yardımcı olur (Rogers, 1959). Carl Rogers’a göre, terapötik ilişki, bireyin koşullu kabul gördüğü, kendini değerli hissettiği ve özgün duygularını keşfedebildiği bir alan sunar. Bu nedenle terapi, bireyin kendisini tanıması ve otantik kimliğini oluşturması için kritik bir rol oynar (Rogers, 1961).
Gerçek kendilik, belirli bir varış noktasına ulaşmak yerine, bireyin yaşam boyu keşfedeceği bir yolculuktur. Bu süreç bazen zorlu ve karmaşık olabilir; ancak birey kendi otantik benliğini keşfettikçe, psikolojik iyi oluşunu ve yaşam kalitesini artırabilir.
Kaynakça
Bowlby, J. (1988). A secure base: Parent-child attachment and healthy human development. Basic Books.
Chodorow, N. (1978). The reproduction of mothering: Psychoanalysis and the sociology of gender. University of California Press.
Mahler, M. S., Pine, F., & Bergman, A. (1975). The psychological birth of the human infant: Symbiosis and individuation. Basic Books.
Masterson, J. F. (1981). The narcissistic and borderline disorders: An integrated developmental approach. Brunner/Mazel.
Osho. (1999). Freedom: The courage to be yourself. St. Martin's Griffin.
Rogers, C. (1959). A theory of therapy, personality, and interpersonal relationships as developed in the client-centered framework. In S. Koch (Ed.), Psychology: A study of a science (Vol. 3, pp. 184-256). McGraw-Hill.
Rogers, C. (1961). On becoming a person: A therapist's view of psychotherapy. Houghton Mifflin.
Winnicott, D. W. (1960). The theory of the parent-infant relationship. International Journal of Psychoanalysis, 41, 585-595.
Winnicott, D. W. (1965). The maturational processes and the facilitating environment. Hogarth Press.